top of page

ŞEHİRDEN NOTLAR #1 *TATE, İSTANBUL'DA



Dünyada en sevdiğim müzeyi soracak olursanız listenin başında Londra’daki TATE Modern gelir. Liste başı olmasının birkaç önemli nedeni var: İlki, müze yapısının kendisi. İsviçreli Herzog & de Meuron yapının ana karakterini bozmadan (eskiden terk edilmiş bir elektrik santraliymiş) oldukça heyecan verici modern bir kamusal alan yaratmakla kalmamış aynı zamanda Londra'ya milenyumda yeni bir kültür ikonu kazandırmış. İkinci nedeni binaya girdiğinizde sizi karşılayan ve büyük ölçekli özel enstalasyonlara ev sahipliği yapan dramatik giriş alanı Turbine Hall. Hem ölçeği hem de sanatçıların sipariş usülü deneysel işler üretmesine olanak vermesi bakımından dünyada eşi olmayan bir alan. (Olafur Eliasson’un ikonik Weather Project çalışması 2003 yılında burada gerçekleşmişti.) Ve TATE’i diğer müzelerden ayrı tutan üçüncü sebebi de elbette ki koleksiyonu. Sanata ilgi duymamda önemli yeri olan Marcel Duchamp’ın Fountain eserinin (modern sanatı var eden pisuar da diyebiliriz) en önemli replikası da burada sergileniyor.


Marcel Duchamp’ın Fountain'ı & TATE Modern

 

Şehirden notlar dedin Londra’yı neden anlatıyorsun diye sorabilirsiniz. TATE ayağınıza geldi. Artİstanbul Feshane, TATE Modern ile yaptığı iş birliği sonucunda TATE'in koleksiyonundan özel bir seçkiyi İstanbul’a getirdi. Geçtiğimiz sene İBB Başkan’ı Ekrem İmamoğlu Londra’ya gitmiş ve TATE ile özel bir iş birliği yaptıklarını açıklamıştı. Bu iş birliğinin sonucu olarak ilk sergi Dinamik Göz: Optik ve Kinetik Sanatın Ötesinde kapılarını İstanbullulara açtı ve 19 Mayıs’a kadar devam edecek.

 

Gelelim sergiye… 21 ülkeden 60 optik ve kinetik sanatçısının 100 eseri sergileniyor. Aralarında benim hayranı olduğum Kenneth Noland, Julio Le Parc ve Alexander Calder gibi isimlerin yanı sıra bu sergi vesilesiyle tanıştığım pek çok önemli sanatçı var. TATE’i pek çok kez ziyaret etmeme rağmen İstanbul’a getirilen eserlerin çoğunu ilk kez gördüm. Optik ve kinetik üzerine bir serginin seçilmiş olması da ilginç ve bir o kadar da takdir edilesi. Sergide dikkat çeken önemli bir nokta sergi akışının seri bir kronolojiyi takip etmemesi. Müzeler sayesinde sergi yönlendirmelerine çok alıştığımız için başta pek çok kişi bu kurguyu yadırgayabilir. Free-flow dediğimiz bu kurgu, izleyicinin gözünü ve algısını bu denli uyaran bir sergi için iç güdüsel bir keşif alanı yaratıyor. Kesinlikle doğru bir tercih.

 

1960’lar sanatçıların sadece sanatçı olmadığı, birer bilim insanı, araştırmacı, deneme yapmaktan çekinmeyen birer hayalperest olduğu yıllar. Şu an sergilenen eserlerin çoğu o dönem sanat eseri olarak kabul görmüyordu elbette. Sergiyi gezerken optik ve kinetik işlerle uğraşan sanatçıların anarşist ruhunu hissedebiliyorsunuz. Optik efektler ve illüzyonlar bir yandan algı kavramını sorgularken, motorlar ve hareketli nesneler sanatın statik formuna meydan okuyor. Beni sergide en etkileyen iş ise David Medalla’nın su ve sabundan oluşan Bulut Kanyonları No:3 eseri oldu. David Medalla, “oto-yaratıcı” sanatın ilk temsilcisi olarak kabul ediliyor. Bahsettiğim eser ise bir baloncuk makinesiyle çalışan bir oto-yaratıcı kinetik heykel. Şeffaf plastik tüplerin altında bir baloncuk makinesinin su ve sabunla yarattığı kabarcık tüpün içinde yukarı doğru yükseliyor ve tüpün tepesinde bulut benzeri kümeler oluşturuyor. Oto-yaratıcı denmesinin nedeni ise köpüğün kendi tesadüfi yollarını izlemesiyle heykeli şekillendirmesi. Heykel hiçbir zaman üst üste iki gün aynı formda olmuyor. İtiraf etmek gerekirse bu sergide su ve sabundan bir heykel deneyimleyebileceğimi aklıma gelmezdi.


Solda David Medalla, sağda Jim Lambie


Sergiye dair Tiktok’ta en çok göreceğiniz isim Jim Lambie. Sanatçının psikedelik zemin tasarımı Zobop, var olan mimari düzenine uygun olarak eşmerkezli çizgiler halinde zemine uygulanan renkli vinil bantlardan oluşuyor. Eser, dışarıdan bakan çoğu kişi için Instagrammable bir alandan öteye geçmeyebilir ancak kendisinin TATE koleksiyonunda yer alan çağdaş sanatın önemli temsilcilerinden olduğunu hatırlatmakta fayda var. (Ve evet, kesinlikle Instagramabble bir alan, ben fotoğraf çektirdim.)

 

Yenilenen Feshane’ye dair küçük bir not: Yenilendikten sonra Feshane’ye gidememiştim, bu vesileyle yeni adıyla ArtIstanbul Feshane’yi görmek için de fırsat oldu. Öncelikle Feshane’ye ulaşmak çok kolay. Metroyla Haliç durağından inip ardından yeni yapılan Haliç tramvayıyla direk önünde iniyorsunuz. Ücretsiz olan sergiye girebilmek için İstanbul Senin uygulamasını indirmeniz gerekiyor. App’in yüklenmesi biraz zaman alıyor o nedenle gitmeden önce indirmenizi tavsiye ederim. Eğer benim gibi önceden indirmediniz, app’in yüklenmesini beklerken girişteki İstanbul Kitapçısı’nda vakit geçirebilirsiniz. İstanbul’a böylesi güzel bir tarihi eseri kazandırdıkları ve renovasyonu böylesi özenli gerçekleştirdikleri için İBB Miras ekibine teşekkür etmek istiyorum. Özellikle bölgede yaşayanların çocuklarıyla sergiyi ziyaret ettiğini görmek mutluluk verici. İnsanların yeni alışkanlıkları deneyimleyerek içselleştirdiğine inanıyorum. Fes fabrikası olarak kültürel ve mimari hafızamız için önemli bir mekanın dönüşüm geçirerek TATE’in en özel koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapması, zamanla bölgeyi ve bölgede yaşayan insanların sanata karşı olan hislerini ve alışkanlıklarını da değiştirecektir.



bottom of page