top of page

YARATICI SEKTÖR EMEKÇİLERİ 1 MAYIS'I NASIL KUTLAMALI?



İllüstrasyon: UAL

Son dönemde “değişim” çağrıları artarak yükseliyor. Bu değişim rüzgarı sadece siyasette değil hayatın her alanında etkili. Önceki yüzyıla ait nasırlaşmış pek çok düşünce güncelleniyor. Bunlardan birisi de yaratıcı sektör ve emek ilişkisi. Yaratıcılık ve emek kavramları aynı cümle içerisinde kullanıldığı zaman nedense kulağa yanlışmış gibi geliyor. İki farklı dünyayı temsil eden iki kelime adeta. Emek, sömürülen işçi sınıfını, gitgide eriyen orta direği ve hatta büyük kentlerde beton kulelere sıkışan beyaz yakalıları temsil ederken; yaratıcılık, tüm bu dünya gerçeklerinden uzakta bir köşede, kendi steril mahallesine hapsolmuş durumda.

 

Neden böyle hissettiğime dair kendimi sorguladım. Yaratıcılığın sanatla olan ilişkisi şüphesiz öncelikli sebep. Geçmişten bu yana kutsallaştırılan sanatın yarattığı dünya, kendisini sermayeye yakın halktan uzak bir noktaya konumlandırdı yıllarca. Halk için sanat mı, sanat için sanat mı gibi sorular sert sınırlar çizdi. Bir tarafta sanat kendi halktan kopuk hegemonyasını yaratırken pazarlama ve reklamcılığın dünyayı yönetmeye başladığı yeni çağ kendi burjuvazisini var etti. Bir şekilde yaratıcı endüstri ve emek arasındaki o doğal bağı kopardılar. 1 Mayıs, kreatif köle değil emekçi yaratıcılar olduğumuzu hatırlamak için bir fırsat. Peki nasıl?

 

İster bir kreatif ajansta çalışan grafik tasarımcı olun ister bağımsız üretim yapan bir sanatçı; ister ilk stajını yapacak olan yeni mezun bir mimar ister metroda müzik yapan bir müzisyen; hepimiz yaratıcı endüstri şemsiyesi altında geçimimizi sağlıyoruz. Bu kurduğum cümledeki en önemli kelimenin “geçim sağlamak” olduğunu fark ettiniz mi? Yaratıcı sektörde çalışanlara dair en büyük yanılgı bu sektörde çalışan herkesin bir şekilde maddi durumunun çok iyi olduğu algısı. Ya ailesi zengindir ya da zaten hali hazırda çok iyi para kazanıyordur… Daha vahimi ise yaratıcı üretimin gerçek bir emek olmadığının normalleştirilmesi. Bu durumu maalesef sektör olarak içselleştirmiş durumdayız. Bunun en önemli nedeni ise yaratıcı sektör içerisinde para konuşmanın büyük bir tabuya dönüşmesi.

 

Yaratıcı sektör içinde serbest çalışanların fatura ödeme mücadelesi, ücretsiz stajlar ve aşırı çalışma saatleri gibi çözülmesi gereken pek çok sorunla karşı karşıyayız. Ancak kangren olan ve acil müdahale gerektiren konunun paraya bakış açımız olduğuna inanıyorum. Ter döktüğümüz yaratıcı sürecin bir “değeri” ve bu değerin de maddi bir karşılığı olduğunu öncelikle kendimiz kabul etmeliyiz. İşte tam da bu nokta, para konuşmaya başladığımız yer olmalı çünkü hepimiz ay sonunda kredi kartımızın minimum tutarını ödemek zorundayız. Portfolyosunda proje olsun kandırmacasıyla aylarca gece gündüz çalıştırılan tasarımcı, bu sektörün normali olmamalı. “Biz de bu yollardan geçtik, tek kuruş almadık, sesimizi çıkarmadık” bir motivasyon cümlesi olmaktan çıkar ve sektörün ayıbına dönüşürse işte o zaman bir şeyler değişmeye başlar.

 

Sektörün yarattığı bir başka yanlış algı da sektörün düşük ücretli ya da ücretsiz yaratıcı çalışmaları telafi etmek için sosyal bağlantılar ve kültürel sınıflar üzerinden yarattığı havuçlar. Bunu biraz açmakta yarar var. Yaratıcı endüstrilerde çalışmak dışarıdan çok havalı durabilir. Bedava festival biletleri, galeri açılışları, partiler… Sosyal ve kültürel fırsatlar, ekonomik yetersizliğin bir telafisi olarak görülüyor ve hemen herkes tarafından sessizce kabulleniliyor. Bu da aslında bizi tekrar en baştaki soruna götürüyor: Yaratıcı emeğin maddi bir karşılığı olduğu gerçeğine inanma ve bu karşılığı talep etme sorunsalı. Şeffaflık tüm bu sorunların çözümünde kilit rol oynuyor. Buna dair başarılı uygulamalardan birisini payinterns.nyc web sitesi sunuyor. Payinterns, tasarım/yaratıcı endüstri stajyerlerine New York’taki güncel yoksulluk sınırının üzerinde ücret ödeyen şirket ve stüdyoları listeliyor. Müşterilerin benzer işler için başkalarına ne kadar ödeme yaptığını bilmek, rekabet edebilirlik ve düşük teklif verme kültürünün önüne geçmek adına önemli.

 

Yapay zekayı konuştuğumuz bir dönemde emeğimizin karşılığı olan para üzerine ne yazık ki hala konuşamıyoruz. Kültür endüstrilerinin büyük paralar yarattığını hepimiz biliyoruz. Ancak böyle büyük paralar kazandıran bir sektörde, kültür üreticilerinden düşük ücretle veya ücretsiz çalışma beklentisinin hakim olduğu bir gerçek. Yaratıcı üretimin bir “iş” olduğunu ve bu işin de her işte olduğu gibi bir ücretinin olduğunu yeniden hatırlamamız gerekiyor. Özgür ve yaratıcı olabilmek için ekonomik olarak bağımsız olmak zorundayız. Sanayide ter döken bir otomobil tamircisi ile bilgisayar başında saatlerini harcayan tasarımcının aynı şekilde yaşam mücadelesi verdiğini unutmamalıyız. Bunun içinse yaratıcılık ve emek arasındaki statükoyu bozmak biz yeni nesil yaratıcı sektör emekçilerine düşüyor.

 

Yaratıcı üreticilerin hak ettiği değeri gördüğü nice 1 Mayıslara…

 

bottom of page