top of page

"IMMERSIVE ART" POPÜLİST BİR AKIM MI SANATIN GELECEĞİ Mİ?



"immersive" yoga deneyimi, Frameless

Sanat dünyasının son dönemdeki en yeni hobisi Refik Anadol’u eleştirmek. Anadol’un çalışmaları için “Müziği keserseniz sadece sıradan bir ekran koruyucu" diyen ünlü eleştirmen Jerry Saltz’ın sözlerinin ucu Anadol’un eserlerini görmek için saatlerce sıra bekleyen yüzlerce insana da dokunuyor elbette. Hatırlarsınız, pandemi döneminde Refik Anadol’un Pilevneli Dolapdere’de o döneme kadar gerçekleştirdiği en kapsamlı kişisel sergisi “Makine Hatıraları:Uzay” vardı ve onlarca insan Anadol’un “immersive” işlerini deneyimlemek için uzun kuyruklar oluşturmuştu. Peki onca insanı Refik Anadol’u Tiktok’ta paylaşacak kadar sanatsever yapan ve saatlerce kuyrukta bekleten bu sürükleyici sanat neyin nesi? Refik Anadol örneğinde olduğu gibi en konvansiyonel müzeleri ve galerileri dahi projeksiyon ve ekranlarla donatan bu yeni “immersive art” birdenbire hayatımıza nasıl girdi? Van Gogh'un gezici deneyimi, Yayoi Kusama’nın Infinity Mirrors’ı, şu günlerde Instagram hikayelerinde sıkça görmeye başladığımız Vegas’taki The Sphere ve daha nicesi… Sürükleyici sanat patlaması popülist bir akım mı yoksa sanatın geleceği mi?


Refik Anadol ve eserleri kadar meşhur sırası

Yazıya başlamadan sizi uyarmak isterim. Bu yazı çelişkilerle dolu olacak. Çünkü bu yazıyı şuan yazarken dahi hangi tarafta yer almam gerektiği konusunda şüphelerim var. Yazının sonunda net bir karar bağlar mıyız bilmiyorum ancak öncelikle bu yazının konusu olan “immersive art” nedir bunu netleştirelim. Türkçe’ye “sürükleyici sanat” olarak çevrilmesinin kafaları daha fazla karıştırdığını kabul edelim. Sürdürülebilirlik kelimesine henüz yeni alışmışken nereden çıktı bu sürükleyici kelimesi?


Sürükleyici sanatı, dijital sanat ile karıştıran büyük bir kitle var. Sürükleyici sanat, dijital sanat eserini bünyesinde barındırabilir. AR, VR, XR gibi yeni pek çok teknolojiyi kullanabilir. Ancak her sürükleyici sanat deneyimi dijital olmak zorunda değildir. Sürükleyici sanat aslında sanatın sergilendiği alanı deneyime dahil etmekle ilgilidir. Bir başka deyişle sanat eserini mekanın bütünsel tasarımıyla birleştiren ve 360 bir deneyim sunan sanat türüdür. Kimi zaman görmenin yanı sıra işitmeye, dokunmaya ve kokuya da hitap eder. Burada mesele ziyaretçi olarak artık bir esere pasif bakmanın ötesine geçerek eserin bir parçası haline gelmek ve eseri çoklu duyusal deneyimlemekle ilgilidir. (Hala kafanız karışıksa Netflix’in popüler dizisi Emily in Paris’in beşinci bölümünde, Emily’nin ünlü tabloların dijital röprodüksiyonlarının eski bir dökümhanenin duvarlarına yansıtıldığı Atelier des Lumières'i ziyaret ettiği sahneyi izleyebilirsiniz. Emily ne diyor o sahnede: “Gerçekten tablonun içinde olduğumu hissediyorum.”)

 


Sanat dünyasından pek çok isim galerilerimizi ve ekranlarımızı ele geçiren deneyimsel sanattan şikayetçi. Sanat dünyasını sürükleyici sanat konusunda tedirgin eden şey ne? Ya da soruyu tersten soralım: Pandemi sonrası tüm dünyayı etkisi altına alan geniş kültürel değişimden sanat dünyası elitlerinin haberi var mı? Bunu fark etmek için tarihçi veya sanat eleştirmeni olmaya gerek yok: sanat, eskisi gibi değil. Pazarlama, sosyal medya ve eğlence dünyasının iç içe geçtiği bir çağdayız. Üstelik teknolojik araçların getirdiği yepyeni imkanlarla birlikte bu deneyim farklı boyutlara ulaşabiliyor. Artık sanal gerçeklik sayesinde bir su zerreciğinin ağaç içerisindeki yolculuğunu deneyimleyebilme imkanımız var. Veya henüz siz dünyaya gelmemişken şarkılarıyla dünyayı kasıp kavuran Beatles’ın tam da o zamanki görünümlerine sahip avatarlarının sahne aldığı bir konsere gidebilir, dedeniz ve anneanneniz ile birlikte dans edebilirsiniz. Elimizde bunca olanak varken, sürükleyici sanat yalnızca pazarlama dünyasının bir ürünüdür diyorsanız üzgünüm yaşınız değilse bile ruhunuz boomer olmuş demektir.


Sürükleyici deneyimler dijital olmak zorunda değil. Bakınız Es Devlin'in Spurblue'daki Forest of Us deneyimi.

Sanat yayını It’s Nice That’in paylaştığı veriye göre #immersiveart hashtagi geçtiğimiz yıl TikTok'ta 99 milyonun üzerinde paylaşılmış. Sürükleyici sanatın yükselişinin iki önemli nedeni var. İlki pandemi döneminde ağır darbe alan ve zaman içerisinde daha kurumsal hale gelen müzelerin, izleyici kitlesini genişletme baskısıyla karşı karşıya kalması. Bu baskı çağdaş sanat kurumlarını daha katılımcı, çok sesli ve kapsayıcı olmaya doğru itmekte. Sanatta deneyimlemenin ve katılımın öne çıkması, sanat kurumlarını da bu bağlamda dönüşüme uğratmakta. Bir diğer önemli sebep de dijital teknolojilerin yükselişi, bunların tüketicide yarattığı davranış değişikliği ve beklentiler. Tüm bunlar sürükleyici sanatın altın çağını bizim dönemimize denk getirdi.


Deneyimlediğiniz ya da sosyal medyada gördüğünüz sürükleyici sanat çalışmaları temelde ikiye ayrılıyor: Geleneksel sanat eserlerinin sergilemesinde sürükleyici bir atmosfer yaratmak amacıyla sürükleyici teknolojilerin kullanışı (Emily'nin ziyaret ettiği Van Gogh gibi) ve sürükleyici teknolojilerle sıfırdan üretilen sanat deneyimleri (Refik Anadol sergisi). Sürükleyici sanatın sunduğu tüm yeniliklere ve deneyime rağmen bir sanat eserinin sosyal medyada kaç beğeni alabileceği üzerine kurulan sürükleyici çalışmalar, sanatın kendisinden uzaklaşılması riskini taşıyor. Sanatı duvara yansıtmaktan başka bir şey sunmayan pek çok sergi akıl almaz bilet fiyatlarıyla dünyayı geziyor. Bir ara dünyanın her şehrinde Selfie Museum’lar vardı hatırlarsınız. İnsanlar sıraya girer farklı temalarla donatılmış odalarda fotoğraf çektirirdi. Kimi sürükleyici sergiler, bu mekanların teknolojik araçlarla bezenmiş versiyonu gibi hissettiriyor. Umarım sonları aynı olmaz.


Moda ve film endüstrileri gibi sanat dünyası da son yıllarda modası geçmiş kültür bekçilerinden arındığı bir dönüşümün içerisinde. Daha erişebilir olmak ve kapsayıcılık da bu dönüşümün önemli parçaları. Söze Refik Anadol’u eleştiren Jerry Slatz’ın bir sözüyle başlamıştım hatırlarsınız. Saltz, Vulture’da kaleme aldığı bir yazıda Anadol’un MoMA tarafından kalıcı koleksiyona eklenen ve sergilenen Unsupervised eserini "kalabalığın hoşuna giden, beğeni yaratan sıradanlıktan" başka bir şey olmamakla suçluyor. Bu eserin MoMA’nın kalıcı koleksiyonuna giren ilk NFT eser olduğunu da belirtmek durumundayım. O halde bu yazıyı okuyan sizlere sorarım: Bir sanat eserinin kalabalığın hoşuna gitmesi yani popüler olması o eserin değerini olumlu ya da olumsuz yönde etkiler mi? Herkesin fikrine saygılı, eşitlikçi, demokratik bir dünya düzeni tahayyülünde sürükleyici sanat, Jerry Saltz ve sosyal medya arasında sıkışıp kalmak zorunda mı?


Sürükleyici deneyimlerin ülkemizdeki en cringe örneklerinden biri X Media Art Museum'daki Sezen Aksu sergisi

David Hockney: Bigger & Closer. Fotoğraf: Justin Sutcliffe.

bottom of page